Saturday, December 7, 2013

Peygamberlik mesleğine dair

İbranice nabî (geç dönem telaffuzu navi, נָבִיא), "peygamber". “Söylemek, konuşmak” anlamına gelen N-B-A kökünden, esasen “sözcü” demek. Nitekim Eski Yunanca prophêta προφήτα, aynı şekilde, phêmi (söylemek) fiilinden, “sözcü, başkası adına söz söyleyen.” Tanrıdan geldiği farz edilen sözü/ilhamı insanlara iletme işini üstlenmişler.
Antik Yunanda prophêta nispeten düşük prestijli biri, bir tür şaman. Didim’deki Apollon tapınağının prophêta’sı mesela, okuryazar olmayan, yarı-deli bir kadınmış. Muhtemelen birtakım maddeler kullanıp trans haline girer, tanrı Apollon’un mesajlarını dile getirirmiş. Mesajı yorumlayıp ölçülü vezinli beyit haline koymak, kentin en itibarlı ailelerinden seçilen Rahip’lerin işi.
Tevrat’ta da Rahipler (kohen, çoğ. kohanim) sınıfı ile Nebi’lerin ayrı, hatta rakip iki zümre olduğu anlaşılıyor. Rahiplik babadan oğula geçen, kuralları yasa ile tanımlanmış bir meslek. Kurban kesmek, belli törenleri yönetmek onların işi. Nebiler daha arızalı tipler; rahipler ve bilicilerle sık sık çatışma içindeler. Kralı uyarmak gibi bir işlevleri olduğu anlaşılıyor. Sırası gelince kralla çatışmaktan da pek çekinmemişler. Sanki Türk Oğuzname’lerindeki Dede Korkut’u anımsatan bir konumları var. Nasıl seçildiklerine ilişkin yeterli bilgimiz yok; Elîşa’nın peygamberliği İlyas’tan devralışı hadisesinden anlaşıldığı kadarıyla (II Krallar 2.15) belki bir tür “el verme” yoluyla halife tayin etmişler.
Yeremya 29.26’da “deliler ve nebiler” bir arada anılmışlar. Deli olmasalar da, muhalifleri tarafından bazen öyle suçlandıkları anlaşılıyor. Yeremya 29.1’de Babilliler tüm rahipleri ve nebi’leri toplayıp götürüyor; demek ki aynı anda çok sayıda nebi varmış. I Krallar 18.22’den öğrendiğimize göre Öz Hakiki Tanrı’nın peygamberlerinin yanısıra, kötü tanrı Baal’in de 450 tane nebi’si bulunuyormuş. İlyas peygamberlik yarışında onları yenmiş, sonra hepsini öldürtmüş.
*
Eski Yahudistan’da krallık düzeniyle birlikte ortaya çıkmış ve krallıkla birlikte ortadan kalkmış bir kurum olduğu şüphesiz. Altın çağı MÖ 900'den MÖ 500'e kadar.
Tevrat’ta nebiler zincirinin ilki olarak adı geçen kişi Samuel, gerçi krallıktan öncesine ait, hatta İsrailoğullarına Allah’ın emriyle ilk kral seçtiren kişi (I Samuel 9 v.d.).[1] Ama orada can alıcı bir ayrıntı var: “Eskiden İsrail’de biri Allah’a bir şey sormak istediğinde “haydi biliciye gidelim” derdi. Çünkü bugün peygamber (nabî) denilene o vakit bilici (הָרֹאֶה, kâhin, müneccim) denirdi” (I Samuel 9.9). “Bugün” den kasıt MÖ 7. yy sonu, Tevrat’ın ana tarih anlatısının derlendiği devir. “Eskiden” dediği bundan 300-400 yıl önceki yarı-efsane çağı. “Bugüne” ait bir terim, Tevrat anlatısında eski zamana yansıtılmış. Nitekim aynı hikâyenin alternatif anlatımı olan Tarihler (Chronicles) kitabında Samuel’den “nebî” değil, “bilici” diye söz ediliyor (I Tarihler 9.22).
Samuel neden post-mortem nebîlik mertebesine yükseltilmiş, anlamak çok zor değil. 7. yy’ın sert siyasi ortamında belli ki nebîlerin kraldan eski ve kraldan yüksek bir makama sahip oldukları tezinin vurgulanması istenmiş. O yüzden ilk kraldan önce gelen ve Allah’tan aldığı talimatla kralı takdis eden bir nebî gerekmiş. Keza Samuel’den sonraki Nathan ve Oded nebîlerin de kral Davut ile Süleyman’ı bazen takdis, bazen ikaz ettikleri vurgulanmış. Davut ve Süleyman’ın büyük ölçüde mitolojik şahsiyetler olduğu göz önüne alınırsa, anlatılan şeyin siyasî anlamı daha net görülür. Bugünkü krallara hitaben diyor ki, “bak senin ataların olan, senden bin kat daha muhterem Davut ile Süleyman dahi nebilerin sözünü dinlediler.”
Nebîlik anlatısında her zaman bir kral/padişah/firavun bulunması ve nebînin ondan daha bilge, daha kudretli, uzun vadede daha haklı çıkması lazım.
*
Gerçek bir tarih dönemiyle ve tarihi şahsiyetlerle bağdaştırılabilen ilk nebî İlyas. Kuzey Krallığında, yani İsra’elde y. MÖ 870-850 yıllarında hüküm süren kral Ahab zamanında zuhur etmiş. Kralın çok-tanrıcılık eğilimleriyle mücadele etmiş; belki de ilk kez Yahve inancını güçlü bir şekilde öne sürmüş. (Eliyâhu אֱלִיָּהוּ adı “Rabbim Yahve’dir” demek; isimden çok slogan gibi.) Bana öyle geliyor ki nebîlik makamını bir kurum ve kavram olarak ilk tanımlayanlar, İlyas ve halifesi Elîşa olmalı. Sonraki nebîler esas olarak onları model almışlar.[2]
Sözleri kitaplaştırılıp Tevrat’a dahil edilen ilk nebi’ler Hosea ve Amos. Onlar da kuzeyli, 700’lü yıllarda yaşamışlar. Tevrat derlemesini oluşturan metinlerin en eskileri muhtemelen bunlar. Her ikisi de henüz Tek Tanrı kavramından çok uzaklar. Çeşitli tanrılar arasında Yahve’nin en güçlü ve gazabı en müthiş tanrı olduğunu kanıtlamaya çalışmışlar.
Güney (Yahud) Krallığında adı geçen ilk nebi İşaya, 7. yy başı. Onu, tüm nebilerin en karakteristiği olan Yeremya  izlemiş (7. yy sonu). Babil esareti zamanında ve hemen sonrasında Ezekiel ve Zekeriya nebilik etmişler. Kraliyetin çöküşü MÖ 587, nebîler silsilesinin tükenmesi yaklaşık 530 veya 500. Aradaki iki üç kuşak, belli ki kraliyetin geri gelmesi umuduyla eski alışkanlıkları sürdürmüş. Babil dönüşünden ve İkinci Tapınağın inşaından sonraki devirde ise artık nebilerin adı geçmiyor. Mesela MÖ 450 dolayında Yahudi dini yasalarına son şeklini veren ve Tevrat’a dahil iki önemli kitaba konu olan Ezra ve Nehemya nebî değiller. Ezra (Uzeyr) Tevrat’ta sadece Alim (sofer, “molla?”) ve Rahip (kohen) olarak anılıyor (Ezra 7:11, Nehemya 8:9). Nehemya ise Vali ya da Yönetmen (Nehemya 12:26).
*
Musa'nın peygamberliği konusu biraz daha karışık.
Tevrat’taki Musa hikâyesinin en az iki ayrı kalemden çıktığını biliyoruz. Daha eski olanı İkinci Yasa (Deuteronomy), 7. yy sonlarına ait. Diğeri Çıkış, Leviler ve Sayım kitapları, daha geç.
İkinci Yasa yazarının peygamberlik konusuna yaklaşımı tuhaf. 13. babda peygamberlerin (nabiim) “rüya görücü” olduğu, yalan söylediği, ve Allahın onları kahredeceği birkaç kez vurgulanmış. 18. babda ise, İsrailoğulları arasında Allah’ın gerçek sözcüsü olan bir peygamberin (nabî) çıkacağı müjdelenmiş. Bu kişinin Musa olduğu ima ediliyor, ama açıkça söylenmemiş. Nihayet, sonradan eklenmiş izlenimi veren son paragrafta (34.11) “o günden bu yana İsrail’de Musa gibi Tanrı ile yüz yüze görüşen bir peygamber çıkmadı” denilmiş. Bu cümle muğlak, çünkü Musa’nın nabî mi, yoksa tüm nabîlerden üstün başka bir şey mi olduğu anlaşılmıyor.
Mısırdan Çıkış (Exodus) ve Çölde Sayım (Numbers) yazarının tavrı daha net. Çıkış 7.1’de Musa’nın değil kardeşi Harun’un peygamber (nabî) olduğu açıkça belirtilmiş. Çıkış 15.20’e göre kızkardeşleri Miriyam da peygamber (nabiyya). Buna karşılık Musa peygamber değil, daha üstün bir şey. Sayım 12:6-8 bu konuda net. Allah nabi’lerle rüyada konuşur, oysa Musa ile “açıkça, yüz yüze” görüşmüştür.
Bundan ne sonuç çıkaracağız?
Bence şöyle bir şey. 1) Tevrat’ın yazıldığı devirde (MÖ 7. ve 6. yy’larda) nebilerin düzinesi beş paraydı. 2) Tanrıdan direkt mesaj alma mesleği onlara aitti. 3) Nebilerin genellikle yalancı olduğuna dair bir düşünce vardı. 4) Eski zamanda şimdiki nebiler gibi olmayan, tanrıya farklı bir boyutta ulaşmış, dolayısıyla otoritesi onlardan üstün bir figür lazım oldu. 5) Musa bu göreve uygun bulundu.
Tesadüfen tam bu sırada, Tapınağın bir odasında, Musa Yasalarını içeren eski bir elyazması bulunuverdi (II Krallar 23:24). Yine tesadüfen, bu yasalar kral Yehoşiya (MÖ 641-609) ile başrahibi Hilkiyah’ın siyasi-dini programına tam denk gelmekteydi. Doğal olarak, o yasaların müellifi olan Musa’nın normal peygamberlerden ayrı bir yere oturtulması gerekti. Oturtuldu.
*
Tevrat’ta Nuh, Yakup, Yusuf, Davut ve Süleyman peygamber değildir. İlk üçü Atalar (aboth, patriarchs) kategorisinde sayılır, son ikisi sadece kraldır. İbrahim’den sadece bir yerde (Yaratılış 20:7) nabî diye söz edilir, orada da kastedilen “nefesi kuvvetli hoca” ya da “evliya” gibi bir şey görünüyor.
Öte yandan, tanrı ile direkt hattan görüşmek eğer nebîlere mahsus bir şey ise, eski zamanların fantastik aleminde tanrı(lar)la yüzgöz olan kişilerin tümünün mantıken nebî sayılması gerektiği rahatlıkla iddia edilebilir. Adem ile Havva sık sık Patronla muhatap olmuşlar; Yakup güreş tutmuş; Nuh gemi yapım ve zooloji koleksiyonculuğu talimatı almış. Nebilerden neleri eksik?
Nitekim Tevrat’ta bu yönde hiçbir ifade olmadığı halde, sonraki devirde, yani Hıristiyanlığın doğumu ile Talmud’un oluşumu arasındaki dönemde, nebi kavramının kontrolsüz olarak genişleme eğilimine girdiği anlaşılıyor.
Misal: Tevrat’ta Yônah (Yunus) Amittai adlı bir nebînin oğludur, ama kendisine nebî adı verilmez (II Krallar 14.25). Buna karşılık, hikâyenin ilk anlatımından yaklaşık 700 yıl sonra yazılan Matta İncilinde (12:39, 16:4) Yunus “prophêta” olarak anılır.
Tevrat’taki Daniel Babil’de yaşamış bir efsane kahramanıdır; oysa yine Matta 24:15 ve Markos 13:14’e göre Daniel peygamberdir.
*
İncil’deki peygamberlik konusu da hayli sürprizlidir. Ama onu da başka zaman anlatayım.




[1] Samuel Kuran’da Bakara 247’de anılan isimsiz nebîdir. Samuel’in takdis ettiği ilk İsrail kralı Şaûl, Kuran’da Tâlût adıyla anılır. İbranice /ş/ harfinin Aramice /t/ halini alması tipiktir. +ût Aramice çoğul ekidir. Tâlût “Şaul’lar” anlamına gelir.
[2] Bugünkü İsrail’in kuzey yarısında Ahab ve babası Omri zamanında (MÖ 900 ve devamı) merkezî bir krallığın ortaya çıktığı, arkeolojik bulgularla desteklenen bir bilgi. Buna karşılık, bunlardan yüz yıl önce Kudüs’te (yani güneyde) hüküm sürdüğü rivayet edilen Davut ve Süleyman’a ilişkin arkeolojik herhangi bir iz yok. O çağda Kudüs’ün birkaç haneden oluşan bir yarı-göçebe yerleşimi olduğu biliniyor. Güneyde kentleşme ve krallık kurumları, arkeolojik bulgulara göre, ancak MÖ 650’ler dolayında belirmiş. Zengin ve müreffeh Kuzey devletinden daha eski ve daha güçlü bir Güney krallığı efsanesi, hiç şüphesiz 7. yy’ın siyasi gerekleriyle açıklanması gereken bir  ideolojik anlatı.

  1. Eninde sonunda müslüman olarak öleceğini tahmin ediyorum sevan bey. Yalan yazmıyorsun hiç, yalan ruhu yok sende. sadece insanları kıpraştırmayı seviyorsun :)
    Yanıtla

    Yanıtlar



    1. adam hiç yalan yazmıyorsa ve bu hiç yalan yazmayan adam din yalan diyorsa.... ?

      canım, hayatım... bu yazılar karşısında kıpraşıyorsan bitanem, sen eninde sonunda müslüman olarak ölmeyecek gibisin:)

  2. Sayın Nişanyan; bazı konular üzerinde düşünüyor olmanız ve bunları aktarmaya çalışma çabanız, var olabilmek adına yapılmış hamleler bütünü olduğu aşikar, özelliklede insanların din anlayışlarına ters düşünce sisteminiz, kendinizi var edebilmek adına kestirme yollar olduğu belli,zaten taş mezar yapma fikrinizde yok olmaktan korkunuzun en büyük delilidir.Fakat yukarda anlattığınız fikir sistemi hep kaynak gösterilerek kurgulanmış.Söylermisiniz size aykırı düşünen insanların kaynak gösterimli anlatılarından ne farkınız var.hadi diyelimki onların gösterdiği kaynaklar saçma yalan şeyler.sizinkilerin doğru olduğu ne malum.Kaynaksız kurgulayabildiğiniz senaryolar amenna lakin kaynaklı kurgulamalar, al birini vur ötekine durumundan ibarettir.Saygılarımla.
    Yanıtla

    Yanıtlar



    1. böyle bi saçmalık da hiç duymamıştım yani :D
      peki o zaman kaynaklara dayanan bir yazı yazıp, sonra kaynakçasını silip, bunu kaynaksız yazdım desek yazının değeri ve inanılırlığı mı artacak? :)

  3. Sevan Hocam; Yazınız çok aydınlatıcı, Peygamberlik, Nebilik, Musevilik ve Hiristiyanlık mitolojileri. Benzer mitlerin, Eski Mısır, Mezopotamya, Nordik, Hind, Eski Yunan, Germanik versiyonlarıda var. Soru şu, Bu mitolojiler, Arap yarımadasına ne zaman, nasıl aktarılmış, ve İslami kavramlar ve mitolojisi haline gelmiş? Yoksa böyle bir aktarım yok, zaten her toplum benzer mitler yaratır mı? Saygılarımla.
    Cihangir Marşan
    Yanıtla
  4. Türkçe'm zayıf ola bilir belki ama üstteki yorumu anlamadım. Ne yani adam sana makul ola bilmek için işkembeden mi konuşsun istiyorsun?
    Yanıtla
  5. mükemmel bir yazı ama başlığı mükemmel ötesi..
    peygamberlik, harbiden de meslek. adamlar gül gibi geçinmişler ve hatta geçinmesininde ötesinde, resmen krallardan daha üstün olmuşlar. öyle ya; tanrı, milyonlarca kulunun içerisinden onu seçmiş, demişki, sen benim sevgili kulumsun, diğer kullarımın hiç biri ile iletişim kurmam, ne bildireceksem sana bildiririm, sende onlara bildirirsin.
    yani kendini peygamber olarak kabul ettiren kimse tanrı'nın elçisi olduğundan, tanrı adına hareket etmiştir. ve insanlarda ona, tanrı'ya gösterdiği saygıyı göstermiştir.
    Yanıtla
  6. şunu sorayım: neden Muhammed Peygamber'den sonra da yine bu kitaplar kadar etkili ve yine bu insanlar kadar iz bırakacak, toplumsal bir hareket sağlayacak yeni bir din ya da bir peygamber çıkmamıştır... Duyarız hep; Terat'ta bir nebinin geleceğinden bahsedilir. Hatta Muhammed Şam'a gittiğinde oradaki rahip onu tanımış ve amcasından onu tekrar Mekke'ye götürmesini istemişti. Zira yahudilerin bir peygamber beklediğini onun da bu çocuğa tıpatıp benzediği söylemişti.
    Yanıtla
  7. Bende şöyle duymuştum: velayet, nübüvvet ve risalet ayrı makamlardır, bunlardan en farklı olanı velayet makamı, çünki hep varolacaktır kesilme sonlanma yok öbür tarafta bile (kıyamette) devam edecek olan makamdır velide konuşan Hakkın bizzat kendisidir yani veli hakta kaybolmuştur(fani) kendi benliği yoktur sözleri aracızız bizzat Hakkın sözüdür; veli herzaman fena bulmaz, bazen kendi benliği gelir ozaman beşer haline geri döner. Nübüvveti anlatmışlar zaten beşeri duyu larıyla ilhamlar alır halk(millet) gibi yorumlar izah eder . Risalet mektup getiren manasına yorum yapmadan bilgi ulaştıran yani elçi gibi mektubu taşır ulaştırır. İnsanlar da yorumlar, belki risalede (mektup) anlaşılmayan durum olursa Hak risalenin devamınıda gönderebilir.Hükündarın elçisinin durumu neyse o işte.
    Yanıtla

    Yanıtlar



    1. Evet. Benim de anladığım kadarıyla umumi müslüman anlayış öyle. Beşeri resuller aynı zamanda nebi. Zira Allah'ın mesajın verebilmek için Allah'tan mesaj verme mertebesinde olmak için Allah'tan mesaj almak lazım. Melekler resuldur, ama onlar zaten tabiyatıyla Allah'la irtibat halindelerdir. Yani inanç öyle.

  8. Patron yazı süper olmuş eline sağlık.. Küçük bi ukalalık yapayım izninle; "Tevrat’ta Nuh, Yakup, Yusuf, Davut ve Süleyman peygamber değildir. İlk üçü Atalar (aboth, patriarchs) kategorisinde sayılır....." demişsin. Nuh değil de Ibo olucaktı sanırım. Nuh "Pre-Patriarch", ama zaten bi sonraki cümlede kastettiğinin bu olduğu anlaşılıyor. Yine de fırsatı kaçırmayım dedim :)

    Take care....
    Yanıtla
  9. Tevrat'ta Gideon, Şaul (Tâlût), Davud ve Golyat (Câlût) ile ilgili farklı dönemlere ait hikayeler ve kişiler birbirlerine karıştırılmış olarak Kuran'a alınmış. Hakimler kitabında (Bap VI ve VII) Tanrı bir gün Yoaş'ın oğlu Gideon'a "İsrail'i Midyan'ın elinden kurtar. Mutlaka seninle beraber olacağım" diye bildirir. Fakat İsrail'in bu kurtuluş vesilesiyle şımarmaması için, yani kendi gücü ile kurtulmuş sanıp böbürlenmemesi için Gideon'a şu emri verir: "Kavmimin sayısı fazladır, sayıyı azalt." Gideon emredildiği gibi yapar ve kavmine "Kim korkuyorsa dönsün" diye bildirir. Yirmi bin kişi geri döner. Geriye on bin kişi kalır. Fakat Tanrı bunu da fazla bulur ve şöyle emreder: "Onları ırmak kenarına indir ki deneyeyim! Ve seninle gidecek olanları ayırayım. Köpeğin diliyle su içer gibi içenleri bir kenara ve dizleri üzerine çökenleri de bir başka tarafa ayır." Bunun üzerine Gideon kendi adamlarını ırmak kenarına götürür. Bunlardan üç yüzü elleriyle suyu ağızlarına götürerek içerler; diğerleri ise su içmek için dizleri üzerine çökerler. Tanrı onların böyle yaptıklarını görünce Gideon'a seslenir: "(Elleriyle ağızlarına götürerek) suyu diliyle içen üç yüz kişi ile İsrail'i kurtaracağım" der. Bu üç yüz kişi ile Gideon Midyanilere karşı savaşır ve koca bir orduyu bozguna uğratır (Tevrat/Hakimler, Bap VII: 2-7). Bu hikayeyi Kuran'a alırken Gideon adını Tâlût'a çevirerek Birinci Samuel kitabında Şaul (Tâlût) ile ilgili hikayeyle karıştırmışlardır; "Tâlût ordusuyla birlikte ayrıldıktan sonra: 'Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan (eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna) şüphesiz bendendir' dedi, onlardan pek azı hariç, sudan içtiler..." (K. 2, 249.) Hakimler kitabındaki hikaye, yenilgiye uğrayan Midyanın İsrailoğulları önünde alçalması ve böylece Gideon'un kırk yıl boyunca ülkeyi huzur içerisinde yönetmesi ile sona erdiği halde Kuran'da sanki Gideon'un ordusu ırmağı geçtikten sonra Câlût'un ordusu ile çarpışmış gibi gösterilmiş ve akabinde Davud'un Câlût'u öldürdüğü bildirilmiştir. Oysa bu olay Birinci Samuel kitabında başka bir dönem itibariyle geçer ve Şaul'un Filistilere karşı savaşmasıyla ilgilidir: Tanrı Samuel'i İsrailoğulları üzerine peygamber yaptıktan sonra Samuel Şaul'u onlara kral olarak atar. Şaul da Davud adında birini kendine silahtar olarak seçer. Filistiler cenk için ordularını topladıklarında Şaul da öyle yapar ve ordusunu Filistilere karşı savaş vermek üzere dizer. Filistilerin ordugahından adı Golyat (Câlût) olan biri çıkar ve Şaul'un adamlarına meydan okurcasına: "Kendiniz için bir adam seçin de yanıma insin. Eğer benimle cenk edebilir ve beni vurursa, o zaman biz size kul oluruz. Fakat eğer ben onu yener ve vurursam o zaman siz bize kul olunuz" der (Tevrat/ I Samuel, Bap XVII: 1-10). Meydan okuyan Golyat'a karşı Davud, gönüllü olarak ileri fırlar ve onu bir vuruşta öldürür. Bunu gören Filistiler kaçmaya başlar; Şaul'un askerleri de onların peşinden koşarak kovalar, sonra dönüp onların ordugahını yağma ederler (Tevrat/I Samuel, Bap XVII: 31-54).
    Yanıtla

No comments:

Post a Comment